Düşünüyorum
Yaşadığımız şu hayat dünyamızda, insanımızın hareketleri, tavırları, düşünceleri, hep garip geliyor bana nedense.
Bakışları donuk, düşünceleri sisli, gözlerinin ferleri sönmüş,
niçin yaşadığının hesabını yapamayan, olaylara çıkış yolu
arama düşüncesinden bile mahrum. Hiçbir manası ve yorumu olmayan bir yaşam ve hayat tarzı. Zulümlere duyarsız,
tıpkı hayvanlar gibi.
Neden insanlarımız hep böyle? Hayatı ekonomik yönden
dumura uğramış insan, akşama kadar çalışıp eve geldiği zaman neyi düşünebilir ki? Hayatının çoğu, maymundan geldiğini öğreten eğitim sisteminde yoğurulmuş insan, neyi düşünebilir ki. Bu insan zulümlere karşı tavır nasıl koyabilir ki?
Yaşamın gayesini nasıl anlayabilir ki? Dünya ve içindekilerin
geçici olduğunu anlayıp ta tekmesini dünyanın göbeğine nasıl vurabilir ki?
Napolyon’a sormuşlar: Sen bu devleti uzun bir süre nasıl
yönettin? Cevap vermiş: İnsanları dans yuvalarında, futbol sahalarında ninniler söyleyerek onları unuttum, düşünecek vakit bulamadılar, bende devleti rahat rahat yönettim. Şimdi de
Napolyon’un uşakları aynı oyunu oynuyor üzerimize. Gençliği dans yuvalarında, futbol sahalarında, eğlence yuvalarında,
akşamları da tv başlarında oyaladılar. Bu bataklığa saplanmış
olan gençliği kurtarmaya talip olan cemiyetleri de, aralarında
çıkan ufak tefek ihtilaflarla etkisiz hale getirmeye yöneldiler
ve bunu da başarıyorlar. Yine de Napolyon’un hayatından bir
misal vererek konumuzu özümlemeye çalışalım; Nasyonalizm (milliyetçilik) fikrini ilk ortaya atan Napolyon’dur. Bu
fikir ortaya atılınca, bazı devletler bu ekolü benimsemediler.
Bu akım, içinde çeşitli azınlıklar olan devletleri yerle bir etti.
Osmanlı devleti de böyle parçalandı. Devletler kendi işleriyle uğraşırken, Napolyon da uzun bir zaman devletini rahat
rahat yönetti. Şimdi de Müslümanları oyalamak için, bazı ihtilafları ortaya atıyorlar, Müslümanlar da başlıyorlar sen ve
ben kavgasına...
Hep bir baş çeken Müslümanlara bakınız. Yaptıkları tahrifat (ayrılık, cehalet) azmış gibi, bir de birbirleriyle çekişiyorlar.
Biri, diğer bir cemaati, araştırmadan kötülüyor ve fertlerine de taassubi bir anlayış aşılıyor. Birbirlerinin yayın organlarını okumuyor ve okumasına da engel oluyorlar. Bu ne
vurdum duymazlık ve husumettir. Eğer İslam’ı öğrenmek ve
doğruyu bulmak istiyor isek her şeyden faydalanmalı, ölçmeli, araştırmalı ve şeriat süzgecinden geçirmeliyiz.
Yok eğer neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlayacak
kapasiteye sahip değil isek, dilimize sahip olmalıyız. Bilmeden, araştırmadan, mümin kardeşimizi, cemaatini ve yayın
organını hor görmemeliyiz.
Atalar boşa söylememiş; “Biliyorsan konuş ibret alsınlar,
bilmiyorsan sus adam sansınlar.”
Bizler milliyetçiliği, sadece ırk düzleminde anlıyoruz
kanımca; Halbuki araştırmadan, kendi fikrimi ve meşrebini
doğru, diğerlerini batıl olarak görmek, taassubun ve milliyetçiliğin daniskasıdır. Bu da, İslam’ın şiddetle yasakladığı, (kardeşliği ve vahdeti bozucu etken olarak gördüğü) günahlardan
birisidir. Bugün Müslümanlar, birbirlerine gösterdiği sert tav-
rı, buğuzu, düşmanlığı, hasedi, İslam düşmanlarına göstermiyorlar. Hatta kafirlerin karşısında süklüm büklüm olabiliyorlar. Bunu da siyaseten yaptıklarını söyleyerek zelil duruma
düşüyorlar. Acaba mümine karşı gösteremediği güzel tavrını, hangi maslahata sığdırabiliyor. Halbuki mümin, mümine
karşı açılmaya hazır bir gül gibi, kafire karşı patlamaya hazır
bir dinamit (bomba) gibi olmalıdır. Günümüzde düşmanımız,
amacına ulaşmış gibi görünüyor. Biz karşımızda düşmanımızı
göremez olmuşuz. Düşmanımızın bizi fırsat bulduğu zaman
bir kaşık suda boğmak isteyeceğini unutmuşuz. Su uyur düşman uyumaz atasözünü işitmez olmuşuz. Biz birbirimizle uğraşıp didinirken, düşmanın kuyumuzu kazdığından habersiz
yaşamışız. Onlar gece gündüz demeden bizi mahvetmenin
hesabını yaparken, bizim gençliğimiz; okullarda, üniversitelerde, alçak olan dünyanın hayalini kurar olmuşlar. Birbirimize saldırmaktan neyi savunduğumuzu, neyi yaşamamız gerektiğini unutur olmuşuz. Sonra da hiçbir çalışma yapmadan,
bu İslam davası uğrunda çile çekmeden, alimlerin vazifelerini
üzerimize alıp, vahdetten vurmuşuz. Halbuki bilmemişiz, İslam ve vahdetin yaşamadan gerçekleşemeyeceğini. Bilmemişiz kalplerimizdeki kurtlar dökülmeden, vücutlarımızın birleşeceği gerçeğini.
“Vuslatımız hangi mevsimlere kaldı acaba,
Ne zaman tutuşacak gönlümüz barutlu sevdalara” ..